Dizinin bütün dört sezonunu beş günde falan bingledim, demek ki dizi beni oldukça sarmış. Hatta ve hatta üçüncü sezonu da dördüncü sezonu da tek oturuşta bir gecede izledim, hal böyle olunca bölümler sezonlar falan hep birbirine girdi. Ben yine de şimdi elimden geldiğince hem sezon sezon hem de genel bir değerlendirme yapmaya çalışacağım. Umarım düşüncelerimi toplayabilirim çünkü kafam biraz karışık ve söylemek istediğim birçok şey var.
Dizi birçok şeyi çok iyi yapıyor, böylece de zaten kalabalık süper kahraman bölgesinde kendini ayrıştırabiliyor. Bu çok mühim. Süper kahraman işi çok sıkıntılı, iyi yapıldığında gerçekten çok iyi oluyor. Bence Dark Knight sinemada, Invincible da televizyonda bu işin zirvesi durumunda, bu ikisinin de bende yeri ayrı. Ama (kötü bile demek istemiyorum) ucuz yapıldığında …
Her geçen gün bu türün dizi filmleri bütçeleri sürekli artsa dahi ucuzluyor, giderek anlamını kaybederek cgi dolu boş yapıtlara dönüyorlar. Disney de zaten artık bu işin bokunu çıkardı, sektör günden güne çöküyor. Martin Scorsese zamanında bunlar sanat değil tarzı bir şey demişti de herkes adama saldırmıştı, halbuki adamın eleştirisi düzgün incelendiği zaman çok büyük haklılık payı taşıyor. Bence adam tüm çizgi roman uyarlamalarına laf atmıyor ki bu dediğim gibi saçma olur, iyi kullanıldığında çok büyük potansiyelleri var, içindeki boşluğu cgi ile doldurmuş salak salak süper kahraman filmlerinin gerçek sinemadan çok lunapark eğlencelerine benzediği söylüyor. Bu çok doğru bence, tatmin edici içi dolu süper kahraman (illa süper kahraman filmi olmasına da gerek yok, bu nitelikteki tüm filmleri)filmlerini güzel, doyurucu ve sağlıklı bir akşam yemeğine; bu içi boş ve gürültülü saçma sapan süper kahraman filmlerini de abur cubura benzetebiliriz.
Hal böyle olunca aslında özümde süper kahraman türüne ilgi duysam bile artık her türlü süper kahraman işine mesafeli yaklaşıyorum ve genel olarak bir ön yargı sahibi olabiliyorum. Zaten sinemada Marvel filmlerine gitme işini Endgame ile ben de endlemiştim, DC’ye yüz vermeyi zaten bırakmıştım ard arda gelen facialarından sonra. O zamandan beri sektöre ve sinemaya zararlı olduğunu düşündüğüm bu filmleri boykot ediyorum (O zamandan beri tek istisnayı Joker ile Batman’a yaptım onların yeri bende ayrı olduğu için, allahtan onlar yine iyidi hatta sektörü ele geçirmiş rezil rüsva işlere kıyasla çok çok iyidi.) kendi çapımda, tavşan dağa küsmüş dağın haberi olmamış. Ancak nereye baksam yeni bir süper kahraman dizisi, yeni bir kahraman filmi. Sağa bakıyorum Deadpoll, sola bakıyorum Wolwerine. İstemiyorum kardeşim yeni Deadpool’a gitmek, İSTEMİYORUM! Kusacam artık, en son Robert Downey’nin tekrar Marvelın yeni filminde olacağını görünce yeter dedim. Ya tamam herkesin zor zamanları olur, bazen para gerekir. Girdin Marvel’a, Iron Man olarak hakkını verdin ve hatta en iyi aktör sendin, sen sırtlıyordun. Sonunda güzel bir final, öldün ve veda ettin. Yanlış hatırlamıyorsam ben artık gidiyorum, artık yeter daha istemiyorum bu tarz ucuz işlerde oynamak demiştin. Çok şükür diye düşünmüştüm ben de, sen çok yetenekli aktörsün, harcıyorlar seni… Sonra adam gitti, resmen Marveldan kurtulur kurtulmaz Oscar aldı ya, Oscar. Dibine kadar da hak etti o Oscar’ı, sonunda tekrardan gerçek bir aktör oluyordu ki yine hayal kırıklığı. Heralde herife yüz milyon dolar verecekmişler Marvel tayfası, yüz milyon dolar ne demek ya? Bir aktöre o kadar para verilir mi, bir aktöre o kadar para verilen filmden bir cacık olur mu?
Peki ben neden konudan bu kadar uzaklaşıp bütün bunları yazdım? İlk olarak belli ki biraz dolmuşum, ama asıl konumuzla alakası şu: jenerik bir süper kahraman dizisi/filmi artık midemi bulandırıyor, dolayısıyla bu türde izleyeceğim yapıtın bu klişelerin ötesinde ve farklı olması gerekiyor. Bu yüzden Invıncible’a bayılıyorum, bu yüzden Boys’un çok sağlam satir yapan ilk sezonlarını çok sevmiştim. Yine bu yüzden Boys’un o çok eleştirdiği süper kahraman dizilerine benzemeye başladığını, aynı zamanda da aşırı politize(Sanat eseri propagandaya dönmemeli) olduğunu hissettiğimde diziyi bıraktım. Harley Quinn’den korkum da bu, ruhunu kaybetmesi ve Boys’un yolundan gitmesi.
Harley Quinn toksik exini dinlemiş ve “why so serious?” demiş, bu sayede de tüm süperleri ve de gathımı tiye almış. Bunu da çok başarılı yapmış, sorgulamayıp akışa bırakınca çok eğlenceli oluyor. Süper kahraman dizisinden ziyade kara mizahlı yetişkin odaklı sitcom gibi olabilmiş böylece, hatta zaman zaman en sevdiğim dizi Bojack Horseman’i bile anımsattı.
Dramalı sitcomda iki önemli şey var, bir karakterler iki komedi, önce ikincisini ele alacağım. Mizahı süper bence, aynı zamanda da tam benlik. Bu açıdan çok başarılı, gülmediğim bölüm hatırlamıyorum. Sesli güldüğüm birçok an oldu, gülmediğim şaka sayısı da hiç olmasa dahi gayet az. Komikse komik yani, bu sporu yapıyor. Şimdiye kadar en çok güldüğüm dizilerden biri oldu kesinlikle.
Şimdi de karakterlere gelelim, burada da çok başarılı. Diziyi bence asıl başarılı yapan kısmı burası, ilk olarak Harley ve Ivy ile başlayalım yoksa ayıp olur. Harley süper, yürüyen enerji patlaması. Toksik bir ilişkiden çıkıp kendi ayakları üstünde durmaya çalışan, bu yolda yürürken de sonunu düşünmeyen deli ama sevilesi bir karakter çıkartmışlar ortaya. Belli bir derinliği de var, öyle komple saldım çayıra mevlam kayıra modunda da değil. Sık sık salağa yatsa da oldukça zeki. Big Bang’den Kaley Cuoco ablamızın seslendirme yeteneğine de değinmeden geçemeyeceğim, muazzam tek kelimeyle.

Bence asıl yıldız Ivy ama, Harley için gelinir Ivy için kalınır demek istiyorum. Daha içine kapanık bir karakter o yüzden zaman ilerledikçe daha çok tanıyıp seviyorsun. yavaş yavaş açılan güzel bir çiçek düşün, ama aynı zamanda bu çiçek çok tehlikeli ve öldürücü. Ivy tam olarak bu işte, hem zeki hem kırılgan, yıllar süren istismardan sonra insanlığa küsüp içine kapanmış yalnız çiçek. Harley deli dolu kişiliği, saf yüreği ve bitmez tükenmez enerjisiyle Ivy’nin duvarlarını teker teker indiriyor. Bu ikisinin zıt mizaçlarından doğan ilişki de dizinin en güçlü yanı, bu ikisini beraberken ingilizcede “greater than sum of its parts” dediğimiz olay oluyor. Ancak maalesef beraber değillerken de resmen eksik kalıyor, tatmin etmiyor dizi. İlerleyen sezonlarda dizi bu durumdan muzdarip olmuş, sonradan tekrar değineceğim bu noktaya.

Bu ikisi cepte zaten, ana karakterler bir zahmet iyi yazılmış olsun. Diziye bağlanabilmek açısından çok önemli bu, ancak karakterler özünde iyi tasarlanmış olsa dahi kişisel ve ilişkisel gelişimleri de bir yerden sonra tekliyor. Dizinin bu yönünü de birazdan ele alacağım detaylı olarak.
Ana karakterleri konuştuğumuza göre artık başlı başına apayrı bir dünya olan yan karakterlere gelebiliriz, demeliyim ki bu dünya inanılmaz renki ve keyifli. Say say bitmez ama ben şimdi birkaçından bahsedeceğim ve bahsetmeye Bane ile başlıyorum tabii ki de. Dizinin açık ara en komik karakteri, ya böyle bir dizinin en komik karakterinin Bane olması bile başlı başına komik. Şu an düşündükçe bile gülüyorum, Batmanı kıran yılların koca Bane’inin bu denli ezik bu denli beta olması… Nasıl bir absürtlüktür, artık o dereceye gelmiş ki gördüğüm gibi otomatik gülmeye başlıyorum zaten. Sonra Harley’nin toksik psikopat manitasından iyi bir üvey baba ve sosyalist bir belediye başkanına dönüşen Joker, Alkolik işkolik trajikomik başkomiser ve işlevsiz baba Jim Gordon, şimdiye kadar gördüğüm en ironik batman, bilgisayar dahisi King Shark, prima donna Clayface ve daha nicesi…

Artık dönelim dizinin asıl odak noktasına: Harley, Ivy ve bu ikisinin ilişkisi. Şimdi sezon sezon onların karakter gelişimini ve ilişkisini inceleyeceğim, çünkü her şey zaten bunların çevresinde gelişiyor ve geri kalan şeyler(bazen çok eğlenceli ve başarılı olsa dahi) lafügüzaf.
Birinci sezondan başlayalım, iki karakter de bunların arkadaşlık ilişkisi de bu sezonda oturuyor. Harley bağımsızlığını ilan ediyor ve bağımsız olmayı öğrenmeye çalışıyor, burada da Ivy ona koşulsuz destek sağlıyor. Jokerden kopartmaya çalışıyor kendisini, ama hep onun onayını aramaya da devam ediyor. Aynı zamanda kadın bir süper kötü olmanın zorluklarını da görüyor ve onları teker teker aşmaya çalışıyor. Bütün bunların da üstesinden zor bela da olsa geliyor bir şekilde, birçok kez başarısız olsa dahi uğraşmaya devam ediyor ve Ivy’nin de desteği ile sonunda başarılı oluyor. Finalde Jokeri (resmen) siliyor ve asıl önemli olanın elalemin değil ona en çok değer veren Ivy’nin fikri olduğunu idrak ediyor. Ivy de bu süreçte kendini buluyor ve özgüven kazanıyor, kendiyle daha barışık olmayı öğreniyor.
İkinci sezonda sonunda kendini Jokerden özgürleştirmiş Harls’ın post-apokoliptik gathımda kendini keşfetmeye çalışmasını izliyoruz. Bu arayışında da giderek daha da çok yakınlaşıyor Ivy’len ve arada bir romantik gerilim oluşmaya başlıyor. Dizinin bence en izlenesi kısımları da bu bölümleri, o ip kopucak ama nasıl kopacak nerede kopacak diye keyifle izliyorsun. Sonra geliyoruz dizinin bence en iyi bölümüne, Bane’in çukuruna düştükleri bölüm.

Bu bölümde gerilim artık zirveye tırmanıyor ve dönüm noktasına ulaşıyoruz. Buraya kadar iyi hoş, bu nokta zaten harika ancak maalesef artık buradan sonra dizi bence momentumunu kaybetmeye ve teklemeye başlıyor. Climax’ten sonra çok uzatıyorlar, yani bariz bunların finalde kavuşacağı ancak o kavuşmaya kadarki kısmı uzattıkça da uzatmışlar. Düşün bu bölüm sezonun tam orta noktası, daha altı bölüm daha izliyorsun. Genel olarak dizilerin eksi noktalarından biri de bu işte, bazen bölümleri doldurmak pahasına hikayeden taviz veriliyor. Bu noktaya sondan ikinci bölümde falan gelsek hiç sıkıntı yok, misal Bojack’te de climax ve sezonun en güzel bölümü hep sondan ikinci bölümdür, ardından da rahatça bağlanır. Ancak bunlar uzattığı için bence kavuşmalarının doğallığı da bozulmuş. Tam manasıyla sindiremedim, bence daha güzel ayarlanabilirdi, Ivy’nin beraber olmalarına bu denli karşı olmasının sebebini de daha çok bölüm çekmek için bahane üretmeye yordum.
Eninde sonunda iyi kötü kavuşuyorlar ama sonuç olarak. Ben romantik ilişkilerini tutuyorum, gayet tatlı bir çift olmuşlar. Zorlama olduğunu düşünmüyorum, belli ki bir uyumları var. Zaten önceden birkaç yerde de ima etmişlerdi(foreshadowing) bunun geldiğini. Velhasılıkelam maalesef diziyi de bu ilişki kitlemeye başlıyor.

Diziyi ortada gerilim varken izletmek kolay, izleyici bağlanıyor her türlü, sonunda sevenlerin kavuştuklarını görmek istediği için. Çoğu hikaye de kavuşmaya kadardır ya zaten, aşık çiftin kavuşması beklenir heyecanla. Eğer iyi bir aşk hikayesiyse ayırmayın lan sevenleri diye gaza gelinir, finalde de aşıklar kavuşur, herkes mutlu olur. Asıl önemli olan ondan sonraki süreç ise “ve sonsuza kadar mutlu yaşadılar…” diye kesilip atılır, herkes dağılıp evine gider. Halbuki asıl anlatılması gereken o sonsuza kadarki kısımdır, asıl gerçek olan odur. Çünkü asıl zor olan kısım kavuşmak değil, kavuştuktan sonra ayrılmamaktır. Bu kısmı anlatmak ve izleyiciye izletmek de bir o kadar zordur, asıl takdire şayan olan bunu becerebilmektir. Bunları yazarken şu an aklıma gelen ve bence bunu en iyi şekilde yapmayı başarabilmiş, çok sevdiğim before trilojisine de selam çakmak istiyorum. Dizi bunu yapmakta o kadar başarılı olamamış doğal olarak, ama bu biraz da çıtanın yüksekliğinden kaynaklı, yine belli bir noktaya kadar başarılı olduğu söylenebilir.
Üçüncü sezona gelelim artık, bu sezonda ilişkilerinin balayı aşamasını ve ardından olgunlaşmaya başlamasını izliyoruz. Aynı zamanda dizinin odağı artık Ivy’ye kaymaya başlıyor ve artık koşulsuz sevgiyle destek verme sırası Harley’ye geliyor. Sezonun başlangıcı gayet güzel bence, işte balayı eğlence ne tatlılar lan falan derken izliyorsun. Zaten diziyi de bunların ilişkisini de başarılı yapan çok basit bir gerçek var, bunlar birlikteyken hali hazırda çok tatlı. Yirmi dk beraber takılıp muhabbet etsinler, ufak günlük kavgalara girsinler, küsüp barışsınlar ve sadece gerçekçi bir biçimde varolsunlar ben yine izlerim, abartıya girmeye hiç gerek yok. Benim açımdan sıkıntı da bu noktada ortaya çıkıyor, asıl olayı abartı olan aksiyon dolu heyecanlı bir dizi olarak sakin bir durum komedisine evrilmiyor maalesef. Böyle olunca da sırf çatışma olsun diye mantıksız ve karakterlerin gelişimine zıt şeyler yaşanmaya başlıyor maalesef.
Sonunu hiç beğenemedim o yüzden maalesef bu sezonun. Ivy, Harley’nin de yardımıyla giderek kendiyle ve çevresiyle barışıyor dizinin başlangıcından beri. İyi kalbiyle insanları sevmese de tolere etmeyi öğreniyor bir yere kadar. Ancak finalde ne hikmetse bir anda kafası atıyor ve yıkıp geçmeye karar veriyor, daha kontrollü bir yıkım yapacağı halde. Aynı zamanda bu kadar düşünceli olan Ivy’nin aklına gelmiyor Harley’nin bunu istemeyeceği, joker diyene kadar da fark etmiyor sağlıksız bir şekilde kendine bağlandığını Harley’nin. Ancak asıl en büyük sıkıntı finalde çok saçma ve kendilerine zıt yollara gitmeleri.
Ivy’den başlayacam. Ivy gibi zeki ve bilinçli bir kadın, Lex’in şirkete müdür olmakla bir cacık olamayacağını, bu pozisyonun ona hiç mi hiç uygun olmadığını ve sisteme sadece bir çark olacağını, halbuki onun yapması gerekenin sistemin içerisine girmek değil dışarıdan sistemi yok etmek olduğunu anlayamıyor. Hadi beni geç, ben iyi tanıyamamışım diyelim Ivy’yi, en başta Harley şaşırıyor zaten bu yola girmeye karar verdiğine.
Harley’nin yarasa ailesine girmesi de ayrı bir saçmalık, kahraman olacağı tutuyor bir anda. İşte bak üstüne düşündükçe sinirleniyorum zorlamalara. Sırf bunlar çatışsın diye birini “iyi”ye birini “kötü”ye itiyorlar. Ya iyi kötü ne çocuk muyuz biz ya, herkes de baskı yapıyor işte iyi misin kötü müsün bi taraf seç diye. Bu karakterleri zaten kaliteli ve farklı yapan aslında ne iyi ne de kötü olmamaları, ortada anti-heroine’ler olmaları. İşin asıl komik tarafı bunlar da biliyor zaten aslında böyle olduklarını, yine de tüm dördüncü sezonu tekrardan kendi anti-heroineliklerini(?) Keşfetmekle harcıyorlar.
İşte böylece dizinin en vasat sezonuna geliyoruz, bu sezona ilk eleştirim House of the Dragon ikinci sezonuna yaptığım eleştiriyle aynı. KARDEŞİM SEVENLERİ AYIRMAYIN. Dizinin en büyük gücü bunların beraberlikleri ama resmen ayırıyorlar sevenleri, adam akıllı beraber görmüyoruz karakterleri. Ayrı ayrı zorlama rollerine girmeye çalışıyorlar, orada da işte acaba ayrılacaklar mı yoksa aşkın gücü ağır mı gelecek diye ucuz bir gerilim yaratmakla uğraşıyorlar. Beklendiği üzere de yeni rollerine uyum sağlayamıyorlar ve finalde ne iyi ne kötü olmadıklarını, kendi özel bireyleri olduklarını, aynı zamanda da birbirine muhtaç, yalnızken güçsüz beraberken güçlü bir çift olduklarını keşfediyorlar. La biz bunun çoktan farkındaydık ya zaten !?!? Daemon ile Rhanerya yine düzgün bir karakter gelişimi geçiriyorlar ayrıyken, belirttiğim gibi bunların karakter gelişimi zaten komple lüzumsuz.
Diğer bir üzücü şey de bunları yaparlarken potansiyel vadeden, tohumu geçen sezon atılmış subplotları da harcıyorlar. Mesela üçüncü sezonda Harley’nin Batman’in zihnine girdiği ve ona yardım etmeye çalıştığı süper bir bölüm vardı. Sonda onun psikiyatrı oluyordu, bu çok iyi bir storyline olabilirmiş mesela bunun üstüne neden hiç gidilmemiş anlayamadım. Deli Harley, Bruce’a içindeki şeytanlarla yüzleşirken psikolojik destek sağlıyor. Şu cümleden bile başlı başına bir dizi çıkar.Sezonun finali de yine zorlama olmuş.
Bence feminizmi iyi işliyor dizi, bir kadının yaşayabileceği sorunları dürüstçe vermiş ve baş karakterler bu problemleri aşmaya çalışırken de gerçekçilikten ödün vermemiş. “Süper” olsalar dahi özlerinde kendi başına durabilen güçlü kadınlar olmaya çalışan, herkes gibi hataları ve eksiklikleri olan insanlar. Eleştirilerinde de kolaya kaçmıyor, sırf ilerici gözükmek için kadın işe alan erkek patronu eleştirdiği gibi sadece sözde feminist olan, aslında sadece kendi kesesini düşünüp sisteme hizmet eden üst yönetici kadını da eleştiriyor. Hatta bir yerde Ivy de ufak ufak feminizme değil de sisteme hizmet eden bu karaktere dönüşüyor gibi oluyor, buraya kadar her şey hoş. Çok batmıyor ve hikayenin önüne geçmiyor bence mesajlar, ancak dördüncü sezonda artık biraz abartıya kaçılmış gibi olduğunu da hissettim. Özellikle sonu tamamen fireydi. Güçlü kadın takımına bağlayıp bir anda Catwoman ve Batgirl’i bizim kızlarla takım yapmaları hikayenin akışına hiç uymuyordu. Hadi tamam Batgirl zorlarsan oluyor, Harley ile hali hazırda kanka, King Shark’ın yerini dolduracak bilgisayarcı lazım. Jokerin character-arc’ını tamamıyla mahvedip kızı vurduruyorlar Jokere ve tekerlekli sandalyeye bağlayıp takıma uygun hale getiriyorlar. Bunlar yine tamam da Catwoman’ın ne işi var orada, Kadın dört sezon boyunca her koyun kendi bacağından modunda ilerledi. Varsa yoksa ben yalnız çalışırım dedi durdu, finalde bir anda rastgele bunlara katılıyor. Ne alaka?
Üç saattir beş sayfa yazı yazmışım, muhtemelen üstüne düşünmeye devam etsem bir o kadar da yazabilirim. Ama işte diziyi başarılı yapan asıl olay da bu, üstüne düşünmen gerekiyor eksikleri bulmak ve eleştirmek için. Evet belki arada sırada göze batıyor bazı şeyler, ama ben bütün eksiklerine ve problemlerine rağmen dördüncü sezonu yine bir oturuşta komple bingeledim. İşte o kadar “invested” oldum bu diziye, karakterlerine o kadar bağlandım. İzlerken de hep güldüm hep eğlendim, bazen de eleştirdim. Bir dizi için en önemli başarı ölçütlerinden biri kendini izletebilmesidir, bu dizi bunu başarıyor. Evet senaryo mükemmel değil, mantıksız yerler var. Ancak o anlarda mantıksızlıklara çok da takılmamak ve pek sorgulamadan izlemeye devam etmek lazım. Bunu yapmak dizinin komedisi, aksiyonu, başarılı çizimleri ve seslendirmesi sayesinde zor değil. Sonuçta bunu yapabilenleriyse gönülden bağlanılacak sempatik karakterler ile tatmin edici ve zengin bir dizi bekliyor.
Neticede istediği kadar eksiklikleri gözüme batsın, bir “When Harry Met Sally” göndermesi yapıyor ve ben yine tav oluyorum.
Metehan Ulusoy
10.8.2024